28 Aralık 2010 Salı

üşümek, rüzgara karşı...

Soğuktu, çok...
ıslatıyordu yağmur, az..
üşüyordum ,biraz...

iddialaşıyorduk denizle,
huzursuzdu, gitmemi istiyordu rüzgar..
rüzgar;
şu geldiği yönden alan ismini,
gittiği yön umursanmayan çoğu zaman,
ve her zamanki gibi adını bilmediğim...
yani bildiğimiz rüzgar;
bazı insanlar gibi,
geldiği yerden alan ismini,
kaderleri hiç umursanmayan,
ve adını bilmediğimiz..
ama aslında,
bildiğimiz insan!

o insanlar ki,
bildiğimiz rüzgar gibi,
farketmediğimiz,
farketmedikçe kuvvetlenen rüzgar gibi,
biz umursamadıkça,
içimizdeki insanı kemiren.

üşüyordum, biraz...
ıslatıyordu yağmur, az...
soğuktu, çok...

22 Aralık 2010 Çarşamba

Özerk Kürt Devleti Talebi üzerine bir inceleme

Demokratik toplum kongresi son haftanın değil, kanaatimce son 3-4 yılın referandumdan sonraki en önemli olayıydı. Basında çıkan haberler ve köşe yazıları dikkate alındığında, konuya birçok farklı açıdan bakılsa da, zannedildiği üzere kamuoyundaki ortak görüş, sorunu tartışmaktan dolayı herkesin mutlu olduğu. Hükümet ise İmralı'yı koz olarak kullanmaya çalışırken ateşle oynadığının farkında değil. Kongre sonucunda çıkan 'özerklik modeli taslağı' Diyarbakır'dan çıkması beklenenden farklı değil. Zira BDP'nin son yıllardaki bütün taleplerine karşılık gelmekte. Sadece bu taslaktan yola çıkarak bile konu birçok başlığa bölünebilir. Şahsi görüşlerden olabildiğince kaçınarak, konuyu incelemeye çalışalım.

KONGRE...

Tabii olarak kongrenin hangi şartlar altında yapıldığını İstanbul'dan kestiremeyiz. Ancak kongreden çıkan kararların bir bildiri niteliği taşıdığı kesin. BDP için önümüzdeki günlerde bu 'bildiri' üzerinden siyaset yapacağını söyleyebiliriz. Kongreden çıkan Özerklik Modeli Taslağı'nı incelediğimde şu konular gözüme çarptı;

-Özerk Kürdistan
-Öz Savunma konusu
-Ekonomik kaynaklar
-Kürtçenin konumu
-Anayasal güvence

Özerk Kürdistan ve ekonomik kaynaklar

Kongreden çıkan taslağa göre, fikir babası Öcalan'ın kabul edildiği özerk kürdistan modeli, iç işlerinde bağımsız- ki bu ekonomik kaynakların yönetimini de kapsamakta- dışta da Ankara'ya bağımlı bir yönetimi öneriyor. Ortak vatan olgusuna vurgu yapılması gerektiğini, konunun bölücülük olarak algılanmaması gerektiğini söylüyor. Ancak detaylara inildiği takdirde hangi şartlar altında nasıl bir yönetim olacağını anlatmıyor. Taslak aşamasında bu kadar ses getiren bu model önerisi kürt sorununa ne derecede çözüm getirebilir tartışmalı. Kuşkusuz bu konuda farklı görüşler hakim. Ancak taslakta çizilen çerçevenin içine konulacak resmi henüz kimse düşünmemekte. -en azından bu konuda-

Ekonomik kaynaklar konusunda Kürdistan'ın bağımsız olması gerektiğine vurgu yapılıyor. Burada dikkat çeken üç nokta var. Birincisi, sorunun ekonomik boyutuna Kürtler hiç bu kadar derin bakmamıştı. İkincisi, özgürlüklerin, bağımsızlığın ve demokrasinin birinci derecede dinamiği olan ekonomik gücü kontrolü altına alan bir federe yapı, Ankara'ya ne derece bağlı olur?Üçüncüsü ekonomik anlamda, Ankara federe devlete ne derecede teşvikte bulunacak ya da ekonomik politikalarında ne derece serbest bırakacaktır?

Öz savunma konusu...

Taslağın ilgi çekici bir başka konu başlığı, öz savunma;

''Kürdistan halkı tarih boyunca dıştan gelen saldırılara karşı sürkeli kendini koruma mücadelesi vermiştir. Kürtler ilk işgalci ve istilacı güçlerin saldırısında günümüze kadar her türlü işgal ve saldırılara karşı varlığını korumak için öz savunma içinde olmuştur. Demokratik özerklik statüsünün kabul edildiği koşullarda öz savunma askeri tekel olarak değil, toplumun iç ve dış ihtiyaçlarına göre demokratik organların denetimi altında oluşturulabilir. Şehir, kasaba, mahalle ve köyde yaşayan tüm halklar faşist, gerici ve soykırımcı saldırılara karşı bilinçli ve duyarlı olur. Öz savunma esasında bu yönelimler karışısın da toplumsal direnişi ifade eder. Öz savunma uluslararası sözleşmeler ve BM tarafından da tanımlanan bir haktır."
Taslaktaki anlatım aynen yukarıdaki gibidir. BM şartı madde 51 ile öz savunma garanti altına alınmıştır. Ancak BM md. 51 BM üyelerinin öz savunma hakkını garanti etmektedir. Yani, somut durumda Özerk Kürdistan'ın meşru savunması mı yoksa Türkiye Cumhuriyeti'nin mi meşru savunması ön plana çıkacaktır? Konunun öz savunmayla bir alakası yoktur. Hiçbir federatif yapıda, federe devlet, federal devlete karşı BM şartı Md. 51'e göre öz savunma hakkını öne süremez. Öz savunma hakkı, Türkiye Cumhuriyeti gibi dışta bağımsız-yani özerk değil!- devletlerin yaşama hakkıdır. Yani gerek kurumsal yetkileri anlamında, gerek halkının özgürlükleri bağlamında bir meşru müdafaa hakkı verir. Oysa bir federe yapının, kurumsal yetkilerinin federal devlet tarafından ihlali durumunda BM Şartı Md. 51'e göre öz savunma hakkı öne sürmesi hukuki temellere dayanmaz. Kurumsal anlamda olduğu için, konu federal devletin iç işlerini ilgilendirir ve bir BM müdahalesi, federal devletin iç işlerine karışmak olur. Ancak bir federe devlet, halkının hak ve özgürlüklerine federal devlet tarafından yapılan müdahaleye dayanarak hakkını arayabilir. Bunun önü açıktır.

Bu konuda dikkatimi çeken bir başka nokta ise Özerk Kürdistan'ın kendine ait bir kolluk kuvvetleri olması durumunda huzurun daha kolay sağlanabileceği. Federe yapının kendine ait kolluk kuvvetleri olması düşünülebilir. Bu model çeşitli federal ülkelerde uygulanmaktadır. Ancak bir zorunluluk değildir. Durumun şartlarına göre belirlenmelidir.
Peki, durum buna ne kadar elverişli?
İlk aklıma gelen Pkk'nın bölgedeki etkinliği oldu. Böyle bir kolluk kuvvetinin var olması durumunda Pkk biter mi? Bir özerk devletin kurulması durumunda Pkk'nın da biteceğini söyleyen BDP bunun garantisini nasıl verebilir? Pkk Kürt hareketine sadık bir örgütmüdür? Yoksa bu hareketin arkasına mı saklanmaktadır? Eğer Pkk bu harekete sadık bir örgütse, kolluk kuvvetlerinin bünyesinde etkisi olacaktır. Ama değilse de bölgede bu kadar etkin olan bir terör örgütü varken böyle bir kolluk kuvveti yaratmak halkın güvenliği açısından ne derecede doğrudur?

Diğer bir konuda, özerk devlet kurulduğu bir durumda eğer kolluk kuvveti ayrı olursa, hangi yargı organlarına nasıl bağlı olacağı. Yani mahkemeler aynen devam edecek mi? Kanaatimce federal devlete geçiş olması durumunda yargı sistemimizi tümden değiştirmemiz gerekebilir. Mevcut yargı sisteminin içine federe devletin ayrı yargı sistemini adapte edebilirmiyiz? İki durumda da federal yargının, federe devletin yargısına karşı olan denetiminin hangi organlar tarafından ne şekilde yapılacağının belirlenmesi çok dikkat edilmesi gereken bir konu. Ayrıca resmi dil, Atatürk milliyetçiliği gibi konuların da bu konuyla doğrudan alakası var... Bu konular sonraki adım olarak görülmemeli.


Kürtçenin konumu ve anayasal güvence...

Resmi dilin sadece Türkçe olmasının, kamusal alanda Kürtçe kullanılamamasının tek engeli olan üniter yapı, bu taslakta federatif yapıyla aşılıyor. Aslında sorunun çözümüne yapılan federatif yaklaşımlar bu konuda temelleniyor. İkinci bir devlet yeni bir anayasa ve yeni bir anlayış getirir düşüncesi, türk-kürt meselesinde uzlaşma zemininden çok, birbirlerine sırt çevirerek iki kesiminde istediği şartlarda yönetilmesi için akılcı bir çözüm gibi gözüküyor. Yeni anayasayla Kürt kimliği, Kürt dili, Kürt kültürü federatif yapı içerisinde güvence altına alınıyor. Örneğin Resmi dil Türkçe ve Kürtçedir düşüncesi federe devlete benimsettiriliyor. Bu yolla anadilde eğitimin önü açılıyor. Taslaktaki en tutarlı maddeler sanıyorum ki şu son konuyla ilgili. Ancak diğer talepler ve somut durum göz önüne alındığında konunun o kadar da kolay olmadığı apaçık ortada.

Federal bir yapı düşünün,federe devlet;

İçte bağımsız, dışta bağımlı olacak, ekonomik anlamda kendi kaynaklarını istediği gibi kullanabilecek, kendine ait silahlı gücü olacak... Üstelik yargının başkente ne derece bağlı olacağı da meçhul...

Başımız daha çok ağrıyacak gibi...

ÖCALAN ve AKP!

Akp, Kürt açılımında Öcalan kartını oynamasıyla, bazı köşe yazarlarından olumlu tepki aldı. Öcalan'ı kontrol altında tutmaya çalışarak sürece istediği gibi yön vermeye çalışıyor. İmralı ise Diyarbakır'a vaazlar yağdırıyor. Ancak, uzun vadede, Öcalan yeniden başkan olacak gibi bir izlenim yaratmakta. Öcalan'ın cezası infaz edilen bir mahkum olduğu çoktan unutulmuş. Bu doğuda pkk'nın meşruiyetini arttırmakta. Öcalan'ın serbest bırakılması, uzun vadede gündeme gelebilir. Eğer ki federal yapıyı konuşacaksak, konuya PKK'yı safdışı bırakarak başlanmalıydı. Daha da kötüsü bugün PKK'yı kürtlerin savunucusu ilan eden aydın sayımız da az değil...

YARGITAYIN SORUŞTURMASI

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı Kongre hakkında soruşturma başlattı. Bu soruşturmanın yanlış olduğunu düşünenler var. Kanaatimce Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı görevini yapmaktadır. Kongrenin içeriği ve konusu düşünüldüğünde Yargıtayın durumu incelemesinin normal olduğu görüşündeyim. Soruşturma sonucuna göre, yargıtay hakkında gerekli eleştiri yapılabilir. Ancak şu aşamada yapılan eleştiriler, gereksiz ve yersizdir.

...

Çözüm yakın mı bilinmez ama, sorunun sistematik bir biçimde incelenmediği kesin. Türkler bölünmekten, Kürtlerse asimile olmaktan korkuyorlar. Duruma bakıldığında iki kesiminde endişeleri yerinde gibi gözüküyor. Tek ortak görüşse sonuca kansız gidilme isteği...

Saygılarımla...



15 Aralık 2010 Çarşamba

'Zampok eyin pi!'

2011 seçimlerinin ertesinde, yeni bir anayasa taslağı hazırlanacağını, iktidara aday olan tüm partiler vaadetmekte. Eğer gerçekleşirse, 1924 ten sonra ilk defa anayasamız kansız değişecek. Peki ne kadar hazırız?
Bunun ne kadar farkındayız bilmiyorum ama, halkın 'anayasa' kelimesinden duyduğu bıkkınlık ortada. 2010 referandumu, halkı önemli ölçüde yıprattı. Özellikle anayasanın teknik konuları üzerinde yapılan değişiklikler halkı bir bakıma özgürleşmekten soğuttu. 2011 seçimlerinde 'yeni anayasa' propagandası iktidara aday tüm partiler için bayat bir vaat olacakmış gibi. Özellikle 2007'den itibaren artık dilediğini yapabilme gücüne kavuşan AKP, 2011 seçimlerinden sonra 'yeni anayasa' yapma konusunda gerçekten samimiyse(ama n'olur 2010'daki gibi bir samimiyet olmasın) kendi kazdığı kuyuya düşme ihtimali oldukça yüksek. Bu yapacağı yeni anayasanın yürürlüğe girme usulüne göre AKP'nin meclis dışına atılması ihtimali var. Ancak sayın Başbakanımız, devlet başkanı sıfatını kazanmak uğruna bu riski göze alacaktır.

Muhtemel yeni anayasada getirilebilecek ya da getirilmesi gereken değişiklikleri başka bir yazımda ele almak istiyorum. Bu yazımda daha çok anayasayı değiştirirken kullanılması gereken usullere değineceğim.

2011 seçimlerinin sonucunu (eğer pornografik bir videosu yoksa) Tayyip Erdoğan'ın 2009'daki oy oranından çok daha az bir oy oranıyla kazanacağını düşünüyorum. (ve yine pornografik bir videosu yoksa ve ömrü yeterse) Necmettin Erbakan'ın partisi meclise girecek ya da %9 gibi bir oranla dışarıda kalacaktır. Öte yandan DSP, DP gibi AKP'ye karşıt görüşlü partilerin seçmenleri, partilerine güvenmedikleri için oylarını CHP ya da MHP'ye atacak dolayısıyla bu iki parti de meclise girecektir. BDP de eğer kapatılmazsa bence meclisteki rezervasyonunu şimdiden uyguladığı politikalarla yapmıştır.

Sanırım Ahtapot Paul yukarıdaki paragrafı okusaydı, bana hak verirdi. Neyse,

Meclise girecek olan partilere şöyle bir baktığımızda Necmettin Erbakan hariç diğer siyasilerin yeni anayasaya sıcak baktıklarını söyleyebiliriz. Dolayısıyla en azından yeni bir anayasa değişikliği hamlesini 2012'den itibaren izleyeceğiz.

Asıl değinmek istediğim nokta, yapılacak olan yeni anayasanın içeriği değil. Bir hukuk fakültesi öğrencisi olarak, kendi ellerimizle kansız bir şekilde yeni bir 82 anayasası yaratmaktan endişe duyuyorum. Ülkemizde Anayasa'nın yürürlüğe giriş biçimleri o derece önemlidir ki her anayasa yürürlüğe giriş yöntemindeki eksiklikler dolayısıyla kendi muhalifini doğurmuş ve senelerce aydın kesimin önemli bir bölümü at gözlüklerinden kurtulamamışlardır.
Anayasa değiştirme usullerine önceki yazımda değinmiştim. O yüzden konuyu fazla uzatmadan şahsımca 2011 seçimlerinden sonra eğer yeni bir anayasa yapılması konusunda anlaşılırsa 'SOMUT OLARAK' yapılması gereken şunlardır;
Aşağıdakiler yapılmadan yeni bir anayasa yapımına giremeyiz:
-Seçim barajı indirilmeli ki mecliste temsil edilen oran artsın. Bu yapılırsa toplumun siyasi sisteme olan güveni de artar.
-Toplum sakinleştirilmeli ve aklı selim söylemler, yapıcı eleştiriler medyada yer bulmalı
-Anayasa'nın değiştirilmesi aşaması, bütün hatlarıyla önceden belirlenmeli ve meclisten onay almalı.
-Anayasa taslakları en demokratik şartlarda hazırlanmalı.
-Anayasa değiştirilmesi aşaması uluslararası etkilerden uzak tutulmalı ancak AİHM gibi kuruluşların bakış açıları taslaklar hazırlanırken muhakkak nazara alınmalı.
-AB hukukunu ne derecede kabul edebileceğimiz gözden geçirilmeli.
yukarıdaki şartlar gerçekleştirdiği takdirde, yeni anayasa yapımı için daha somut adımlar atılabilir;
-Eski meclis kendisini feshetmeli, yeni seçim barajıyla yeni 'kurucu meclis' seçilmeli.
-Kurucu meclis aracılığıyla bir danışma komisyonu oluşturulmalı.
- Danışma komisyonunda taslaklardan yola çıkılarak yazılan maddeler, kurucu meclisçe tartışılmalı. gerekirse tekrar danışma komisyonunca yazılmalı.
-Maddeler son haliyle birlikte kurucu meclisçe onaylanmalı.
-Kurucu meclisçe onaylanan maddeler halk tarafından tamamını kapsayacak şekilde onaylanmalı. Onaylanmayla birlikte kurucu meclis kendini feshetmiş sayılmalı ve yeni meclis seçilerek, yeni anayasanın hükümlerine göre yeni bir cumhurbaşkanı seçimine gidilmeli.

Görüldüğü üzere yeni bir anayasa yapmak, zor ve pahalı bir iştir. Dolayısıyla bu işe girişen hükümetlerin güçleri buna yetebilmelidir. 2011 seçimlerinde yeni meclis, yukarıdaki aşamalardan birini dahi atladığı takdirde, isterse en mükemmel anayasayı yazmış olsun, o anayasayı sakat bırakacaktır. Bence duruma en öncelikle bu açıdan bakılmalıdır.

10 Aralık 2010 Cuma

hoşgörü politikası

Hukuk, somut olayları soyut genel-geçer kavramlar üzerine oturtmaya çalışarak bir şekilde en doğru düzeni sağlamaya çalışır. Bu düzeni sağlamanın yolu hukuk bilimine göre soyuttan somuta doğru bir yöntem izlemektir. yani soyut olan yasalar, somut olan olaylara yine yasadan daha somut olan genel hukuk ilkelerine göre uygulanacaktır. bunu yaparken çoğu zaman bir tümdengelim yöntemini takip ederek, çerçeveyi daraltacak, yetemediği noktalarda karar vericinin takdir yetkisine başvuracaktır. ancak şu da unutulmamalıdır ki bu süreç içerisinde hukuk biliminin en önemli sujesi insandır. yasalar ve genel hukuk ilkeleri düşünüldüğünde hukuk biliminin tek tipleştirmeye yönelik yöntemleri içerisinde barındırdığını söyleyebilirmiyiz?

elbetteki söyleyemeyiz ancak günümüzdeki hukuk sistemlerinin farklı olana bakış açıları neresinden bakarsanız bakın, temelde önemli bir yanlışı barındırmakta. elbette ki türkiye cumhuriyeti devleti yasaları bu yanlışlıklardan en uç noktada olanı. bize en yakın olandan başlayalım.

Türkiye nüfusunun yüzde 99'u müslüman olan laik demokratik bir hukuk devletidir. elbette ki anayasamızda böyle yazmamakta. zaten bu yazımın konusu da tam olarak bu...

Osmanlı imparatorluğu...

osmanlı halkını müslimler ve gayrimüslimler olmak üzere ikiye ayırabiliriz. devlet yönetimi tamamen bu esasa göre düzenlenmemiş miydi? halk dinlerine göre sınıflandırılmıştı. Buna rağmen Osmanlı imparatorluğunun 'gavur' lara hoşgörülü davrandığı tarihçiler tarafından hep söylenir. Zaten Osmanlı da bu yüzden yıkılmadı mı? yanlış anlamış olabilirsiniz konumuz asimile etmek falan değil. Evet Osmanlı İmparatorluğu gayrimüslimlere göstermiş olduğu hoşgörüden ötürü yıkılmıştır. çünkü osmanlının o dönemde yapmış olduğu bir hoşgörü politikası değil bir ötekileştirme politikasıdır. işte bu yüzdendir ki osmanlı'nın gayrimüslim diye adlandırdığı halk kesimi kendini hiçbir zaman osmanlı gibi hissetmedi. benzer hatalar bugün de yapılmakta...

Türkiye Cumhuriyeti...

Lozan.. Azınlık konusu yine gündemde. ruhban okulundan tutun da rum kesimin nüfus mübadelesine kadar. o gün dahi türkiye'de yaşayan farklı dinlerdeki, farklı ırklardaki vatandaşlarımızın haklarından, ancak bizim sorumlu olabileceğimizi öğrenememişiz. hala öyle bir bakış açısıyla bakıyoruz ki, müslüman ve türk olmayan herkesi azınlık zannediyoruz. öyleyse azınlık kimdir? çok basit. hiç bir üniter devlette azınlık diye bir kesim olamaz. evet o devlet çoğulcudur. çoğulcu olmayı azınlığın haklarını korumak olarak açıklarız. ama buradaki azınlık niceliğini subjektif niteliği bakımdan kazanmamakta. tersine fikirleri dolayısıyla bir objektif niteliğinden kaynaklanan nicelikteki azlıktan almakta. yani burada subjektif nicelikten algılamamız gereken o grubun 'dili, dini veya ırkı' olabilir.objektif nitelikse, sorunlara dayalı fikirleridir elbette. laik, sosyal,demokratik bir hukuk devleti bu şekildeki subjektif niceliklerle çoğulculuk bakımından ilgilenmemelidir. Bu konu dar anlamda çoğulculuğu içinde barındırsa da geniş anlamda niceliğine bakılmaksızın ve niteliği de göz ardı etmeksizin, Bireylerin devletiyle olan, yalnızca hukuki olarak değil aynı zamanda manevi olarak da vatandaşlık bağlarını güçlendirici bir biçimde çözüme kavuşturulmalıdır.
Uzuncası biraz karışık olsa da sanırım kısacası şu; bir vatandaşa subjektif nitelikleri dolayısıyla sahip olması gereken hakkı, bir devlet hediye etmez. o hakkı hakkı olana vermek devletin görevidir. çünkü ancak bu sayede insanlar, vatandaşlık bağıyla bağlı oldukları devleti, manen de sahiplenebilirler. yeter ki iki taraf da samimi olsun. bunu yalnızca devlet erkanımız değil, herşeyden önce halkımız öğrenmelidir.


9 Aralık 2010 Perşembe

mülkiyeli arkadaşlara tebrik mesajı

Konuşan insanı kimseler sevmez. Çok konuşan insanı kimse sevmez. Susmayan insanlardan herkes nefret eder. bu yüzden kimse konuşmaz, herkes kullanılır bu yüzden! yazmayı çok severiz ama yazdıklarımızı kimseye okutmayız mesela, dalga geçilir çünkü, gülerler!

Biz, Türk Gençleri, korkularımızla örüyoruz dünyamıza bütün duvarları. kendimize güven eksikliğimiz bundan. daha doğru düzgün konuşmayı öğrenmeden, üniversiteye gelince yazmayı öğretiyorlar, öğrendiğimizi sanıyoruz birkaç afili cümlelerle. fikirlerimizi kaybediyoruz konuşup paylaşmayarak, denemiyoruz bile onları anlatmayı.. fikirlerimizi rekabet ettiremiyoruz bir türlü. aklımıza geleni hemen uygulama çabamız alkışlanmaya değer tabiiki ancak eylemimiz sonucunu doğurmadan, o eylemi niye yaptığımızı unutuyoruz, birisi sorduğunda 'neden?' diye, cevap kendini saçma sonuçlarda bitiriyor. sonuç; hüsran içinde hüsran! neyi neden yaptığımızı bilmezsek, nereye gittiğimizi nasıl görebiliriz ki?

soğuk-sıcak

bu gece yağmur yağsın'ı dileyerek kapattım falımı,
bana bulut gönderen güneşten yağmur diledim dün gece..
uzun süredir beklerdim ben yağmur'u ama,
ilk kez istanbul'suz ve denizsiz diledim!

yalnız uyuyan bir adam gibi banktaki,
banktaki adam sıcak bir ev düşler uykusunda,
bense bol yağmurlu bir boğaz düşlerim sıcak yatağımda!

29 Kasım 2010 Pazartesi

düşünce üzerine..

''düşünceler bizi kendimizden alır. aslında olmadığımız benliğimize giderken yalnızlığa doğru kovalanırız. bu yüzden kaçarız düşündükçe. ne sanırsın.. arkadaşlığı en büyük maneviyatta arayıp da cismani dünyada hissedebilmek yalnızca. bu, bunun sonucudur. bir de arada böyle mehtabı izlerim. kendi hayatımı görebildiğim tek yer burası bu yüzden. gerçek olmayan bir yansımanın, sadece gözlerime hitap edebilen başka bir yansıması. varlığımı en kolay sorgulayabildiğim yer burası sanırım bu yüzden. neyin yansıması olduğumu düşünmekle geçiyor ömrüm. neyin aldatmacasıyım diye düşünürken, kendimi olmak istediğim kişinin en kötü huylarını bürünmüş şekilde buluyorum. anladın mı?''

ilk defa, ön yargısızca dinlediği kumsaldaki sarhoş adamı, bir an için anladığını sandı sanmasına da, anladım demeye gücü yetmedi. oysa ki mehtap onun için dünyanın en güzel görüntüsüydü. bir an için aykırı olduğunu düşündü, yanındaki sarhoş adamın. sonra hayatında sorduğu en anlamlı soruyu sordu kendince 'aykırı olmak mı? kime ve neye aykırı?'.. kendi düşüncelerinde boğuldu, uzun süre nefes almayı unuttu, düşünceler düşünceleri ve anılarından oluşan bir tutam kanıtları doğurdu doğurmasına da, nefes almak aklına geldiği zaman, düşüncelerini öldürdüğünü bilemezdi...


müzik yazdırır adama..

efenim denizi birazcık seviyorsanız, yanınızda da güzel bir kız varsa kalamıştaki marinayla iskelenin tam ortasındaki çay bahçesine gidiniz.. ve susunuz! zira karşınızdaki güzel bayan öyle güzel bir manzarada susmayacaktır. belki de karşısındaki adamı o güzel manzaradan kıskandığı için, konuştukça konuşacaktır. E haksız da değildir kadın! çünkü adam her ne kadar o kadını manzaraya layık gördüğü için getirmiş olsa da yanında, ister istemez düşünecektir 'hangisi daha güzel? manzara mı, su insan güzeli mi diye! hele bir de güneş batıyorsa...

22 Kasım 2010 Pazartesi

yeni kayıt

kendimde geçmişten bugüne neleri kaybettiğimi, nasıl kaybettiğimi öğrenmek, daha neleri kaybedebileceğimi göstermekte zorlanmadı... öğrenmek uzun zaman aldı da kendimin yarısını kurtarmama yetmeyecek gibi! uçurtmacı olsa olsa kendi hayatına karşı kafiyesiz kalmakta! uçurtmalarsa en doğru kafiye olmaktan çıkmakta!



doğduğum şehrin, güneşiyle doğdum! ve hayatımda ilk kez ölümümü, doğduğum şehrin güneşinde hayal ettim! Aslında var olduğum, beni bağrına bastığını sandığım şehirse, mezarımı kazmakta!

19 Ekim 2010 Salı

mutluluk üzerine

eğer birçok insan hakkında birçok şey biliyorsanız nabarsınız? benim yaptığım 'susmak'..

insanlar ne kadar ilginç.. kendilerini en mükemmel hissettikleri zaman, karşılarındakine en fazla zarar verdikleri zaman oluyor. işte tam da bu evrede insanın değişime olan açıklığı ivme kazanıp tavan yapıyor. bu konuda çeşitli örneklemlerimiz muhakkak var etrafımızda..

peki bu evreye nasıl gelinir? üzerinde çok düşündüm, iyi kafa yordum.. belki de sırf bu konu yüzünden günlerce somurttum.. sonuç: tek neden mutluluk!

Mutluluk nedir?

tarihten bile eski bir soru.. yaradan kadar gizemli.. cevap da burda yatmakta zaten. kimine gore mutluluk diye bir şey yok. kimine gore afyondan bir farkı yok. kimine goreyse ona ulaşmak hayat denen şeyin amacı. Just like god!

ha bi de bulaşıcı!

bence.. öyle bişi var.. ve evet afyondan farkı yok. ve ona ulaşmak hayatlarının amacı olan insanları afyonlamak benim tek amacım.

bense, afyon sevmem.. afyon insanı salak yapar, ve bulaşıcı olan salaklıktır.

28 Eylül 2010 Salı

iyi böyle..

güzel böyle..
böyle gayet iyi..
seni izlemek uzaktan aşksız, ama mutlu olmanı istercesine..
çok uzaklarda olduğumu bilerek senden,
yaşaman güzel..
kendine katman yeni şeyler,
bunu farketmek güzel,
sana asla zarar veremeyeceğimi bilmek,
inan bana,
aşksız ama çok güzel..
sanki kardeşinle gurur duyarcasına,
dimdik durabildiğini görmek güzel;
hala karşılıksız mutlu olmanı isteyebilmek..

20 Eylül 2010 Pazartesi

'Biji serok apo'

1998...

1991 doğumlu olan ve bugun 20. yaşında olan birçok türk genci için önemli bir yıl..

okulumun ilk günü.. mavi önlük, hayatımda ilk kez kendime ait bir defterim olmuştu..

hatırlıyorum..

heyecanlı bir gündü...

sınıfa tanımadığım bir adam gelip, başta şirinlikle, sonra biraz da sertlikle söz geçirmeye çalışyordu..

bugun hukuk fakultesinin 2. sınıfında olan bir genç için, o gün unutulmazdır. kitap kokusunu ilk defa o sene duymuşumdur, ilk yazılarım, ilk kendime ait cümlelerim vs vs. o günleri başarılı geçirdiğim ölçüsünde bugun iyi bir universite öğrencisiyim. o günlerde deftere bir sıfır yazmakla 'o' harfi yazmak arasındaki farkı öğrenmiştim mesela... bugun hala aynı şekilde yazarım..

yıl 2010,
hakkari..
bir yanda anadilde eğitim talebiyle okulların boykot edilmesini ve kürtlerin temsilcisi olduğunu söyleyen siyasi liderler..
diğer yanda, valiliğe bağlı bir polis arabası.. mahalle mahalle dolaşıp ailelere 'çocuklarınızı okula gönderin' duyurusu yapıyor.. okula gitmenin ne kadar önemli olduğunu anlatmaya çalışıyorlar..



bir çocuk topluluğu,

polis arabasının arkasından koşturuyorlar.. yaşları en fazla 10-11..
okullarında değiller..
ağızlarından çıkan ortak ses bütün bunların anlamını bize net açıklıyor..
'biji serok apo'(büyük başkan apo)
apo..
abdullah öcalan
10 yaşındaki bir türkiye cumhuriyeti çocuğunun kahramanı..
10 yıl sonra üniversiteye çağına gelmiş bir gencin kahramanı..
12 yıl sonra mehmetçiğin kahramanı..
20 yıl sonra bir babanın ve çocuğunun kahramanı..

peki kim bu kahraman?
'pkk terör örgütünün bir zamanlarki lideri'
'mehmetçiğin bir numaralı düşmanı'
..
..
20 haziran 1987..
mardin, ömerli, pınarcık köyü,
pkk militanları köyde 16'sı çocuk 30 kişiyi öldürür..
bu olay pınarcık katliamı adıyla anılır..
olaydan sonra o zamanki pkk lideri abdullah öcalan;
'Öldürelim! otorite olalım' açıklamasını yapar..
..
..
15 mayıs 1996..
PKK'nın 6.kongresi
abdullah öcalan militanları intihar eylemlerine teşvik etmek için,
'ne kadar eylem, o kadar propaganda, ajitasyon; ne kadar eylem, o kadar otorite'
açıklamasını yapar..
..
..
bunları unutacağımız kesin! peki kim hatırlayacak?

10 Eylül 2010 Cuma

Anayasa nasıl değiştirilir?

Anayasa yapımı, bir anayasanın en baştan hazırlanarak kabul edilmesi ve yürürlüğe girmesi anlamına gelirken anayasa değişikliği(revizyon) var olan anayasa üzerinde yapılan değişikliklerdir. Anayasayı yapan veya değiştiren iktidara kurucu iktidar denmektedir. Bu bakımdan da bir ikili ayrım söz konusudur; anayasayı yapan iktidar asli kurucu, değiştiren ise tali kurucudur. anayasa hukuku açısından bu iki iktidarın meşruiyet algısı farklıdır. doğal olarak asli kurucu iktidar, anayasanın tümünü değiştirebilmiş ve yepyeni bir anayasal düzen getirebilmiş olarak, halkın üzerindeki meşruiyeti tali kurucu iktidara göre daha güçlüdür. ayrıca tali kurucu iktidarın çerçevesini anayasayı yürürlüğe koyan asli kurucu iktidar belirlemektedir. buna en basitinden 1982 anayasası'nı örnek verebiliriz:

-82 anayasası'nın 4.maddesi değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddeleri belirtmektedir. bununla birlikte değiştirilemeyecek maddelerin kuramsal anlamları doğrultusunda da anayasa mahkemesi, diğer anayasa değişikliklerinin de bu 3 maddeye paralel olması gerektiğine dair içtihatlar ortaya koymuştur. böylece asli kurucu iktidar, tali kurucu iktidara karşı bir çeşit koruma mekanizması yaratmıştır.-

anayasa yapım usüllerine kısaca değinelim;

anayasa yapım usulleri demokratik usuller ve otoriter usuller diye genel anlamda ikiye ayrılabilir. ancak bu iki kategorinin arasında sayabileceğimiz yöntemler de vardır. otoriter usul, bir anyasanın, bir otorite tarafından, halkın katılımı olmadan, halka sunulmasıdır. halk anayasa yapımında söz sahibi değildir. 1876 Kanun-i Esasi bu kategoride yer alır. Anayasa padişah tarafından halka danışılmadan sunulmuştur. bazı anayasalar da otorite ile halkın anlaşması sonucu yürürlüğe girmiştir. misak anayasa dediğimiz bu anayasalara örnek olarak 'magna carta libertatum', kanun-i esasi deki 1909 değişikliklerini verebiliriz.

kurucu plebisit denilen yöntemde de halkın katılımı olsa da, yöneticiler asıl belirleyicidir. 1982 anayasa'sının yürürlüğe girmesinde, halk anayasanın yazılmasında söz sahibi değildi. yürürlüğe girmesinde sözsahibi olan halk, baskıcı bir ortamda oyunu kullanabilmişti. bu bakımdan otorite baskısı plebisitte belirleyici oldu. bu yöntemin de halkın katılımı sözkonusu olsa da otoriter bir değiştirme yöntemi olarak sayılması gerektiğini düşünüyorum. çünü ne olursa olsun halk, anayasanın yazılmasında bir şekilde söz sahibi olmalıdır. ayrıca, oylamada kabul edilmemesi durumunda ne olacağına dair halak bir seçenek sunulmamış olması sahte bi demokratik katılım nitelği kazandırmıştır.

demokratik yöntemlere gelince,
demokratik yöntemlerde halk, anayasanın tümden değiştirilmesi kararında, hazırlayacak kişileri seçerek yazımında ve yürürlüğe girmesinde söz sahibi olmalıdır.
bu tam demokratik bir yöntemdir. isviçre ve finlandiya anayasalarını buna örnek gösterebiliriz. bu yöntemde halk, anayasasını değiştirmesi gerektiğine karar veriyor, ardından, yeni anayasayı yazacak kurucu meclis halk tarafından seçiliyor, daha sonra hazırlanan anayasa yürürlüğe girmek için halkın onayına sunuluyor. onaylanmadığı takdirde işlemler ya yeni bir kurucu meclisle, ya da aynı kurucu meclisin hazırladığı yeni bir metin üzerinden devam ediyor. anayasa'nın onaylanmasıyla kurucu meclis kendini feshediyor. yönetim böylece kurulu iktidarın eline geçiyor.

anayasayı tümden değil de bir bölümünü değiştiren iktidar tali kurucu iktidardır. bugunku akp hukumeti, yaptığı birçok anayasa değişikliğini bu sıfatıyla yapmakta ve son referanduma giden geniş kapsamlı paketi de bu sıfatla halkoyuna götürebilmektedir. yukarıda anayasa yapımını anlatmamın nedeni, erkler ayrılığı bakımından dengeleri önemli ölçüde değiştirecek 12 eylül'de oylayacağımız anayasa değişikliklerinin gündemde olduğu şu günlerde, yapılan değişikliklerin en az yeni bir anayasa yapımı kadar ciddi olarak algılanması gerektiğini düşünmem, ve bu sebeple bu denli önemli değişikliğin, böylesine basit bir usülle yapılmasına karşı olmamdır. şimdi yukarıda yazılanlar ışığında, şu soruları kendimize soralım;

- anayasa'nın önemli bir bölümünü değiştirmeye çalışan ve bir sene sonra değişecek olan bu hükümet, meşruiyet açısından ne kadar yetkili bir hükümettir?
- halkın katılımının bu denli önemli olduğu bir değişiklikte, halkın bilinçlendirilmesini bu kadar teknik konular çerçevesinde ne kadar bekleyebiliriz?

herkese iyi bayramlar diliyorum...

9 Eylül 2010 Perşembe

dağılın uleyn!

ne haftaydı be! diyorum, eşşekler gibi çalışıp, işlerimi berbat ettim.. öldüm yorgunluktan ama sevgilimle milli maça da gittim.. maşallah bana..
12 eylül diyolar referanduım falan.. bi şiler demem gerek ne desem diye düşünüyorum, sosyal mesaj kasasım var.. face'teki arkadaşlarımın durumlarından çok etkilenir oldum.. yani.. mm... siz türkler nasıl diyor mm... bayramınız HAYIR'lı olsun(muş) kardeşim bayrama da karıştırmayın şu muhabbeti ya, şimdi evet diyceklerle bayramlaşmazsınız da siz.. evetçiler, hayırcılar, referandumu s*ktr etmenizi tavsiye ediyorum..
sen evetçi, bu sabah ilk iş hayırcı karşı komşuna kahve içmeye gidiyorsun..
sen hayırcı, bu sabah ilk iş sen de evetçi akrabanı ara bayramını kutla..
şimdi... DAĞILIN ULEYN!!

2 Eylül 2010 Perşembe

midemdeki karınca yürüyüşleri-2

alkol tadında biraz.. ne zaman alırsınız alkolü? canınız istediğinde.. ama bu canım istediğinden değil pek., sanki bir şeyin nedeni olmasından öte, henüz birşeylerin sonucu olma aşamasında..
-anlatabildiğimi sanmıyorum, hem anlayın isitoyurm, hem anlamayın, nasıl olucak bilmiyorum!-
yani farkında olmak değil, emin değilim.. bilmemek belki birşeyleri, ya da bilmemezlikten mi gelmeye çalışmak benimkisi? sadece uçurtmacı olamya çalışıyorum, tek amacım birçok doğrudan bir tanesini seçip en az kayıpla atlatmak.. tamam biliyorum em doğru olan en az kayıbı verdiğin seçenek olmayabiliyor çoğu zaman, ama bu midemdeki karınca yürüyüşleri durmak bilmiyor..

alkol tadında biraz.. ramazandaki alkol gibi bazılarına göre zamansız.. bazılarına göre zamana inat..
midemdeki karınca yürüyüşleri..

ruhi bey

ruhi bey de unutulmuş değildir...
hangi ruhi bey?
iyi olan ruhi bey..
hangisi?
nasılsınız diye sorduklarında iyiyim diyen ruhi bey..
ha evet..
ben yani..
evet.. sen..

istanbul

karanlıktan klavyeyi göremediğim zamanlar, yorgunluk biraz, biraz uykusuzluk aslında, bir bardak kola; asidi kaçmış biraz... yüne düşünüyor tabi uçurtmacı...

istanbul, gözünü sevdiğim.. farklılaştırmasa insanları, kaybetmese, kişilikleri kendi içinde eritmese... istanbul, kullandığım tek uyuşturucum..

bugün salacakta kız kulesine karşı sigarasını tüttüren yalnız adama o kadar çok özendim ki... tüttürebileydim dedim içimden keşke... belki üşümezdim...

istanbul, biricik afyonum..

12 Ağustos 2010 Perşembe

kirli ağustos

-ramazan-ı şerifleriniz hayrolsun mu denir ne denir bilemiyorum.. millet ne güzel tutmaya başlamış orucunu, insanların yüzünde anlamsız bir sırıtış var, sıcaklık 35ten falza! ne hikmetse..
-bende tuttum! tuttum efenim! 2 gun! yarın ara vericem bi gun! sonra yine devam!
-yarın niye mi tutmıycam? ım şey! yarın hava yağmurlu olmıycakmış, hava durumu öyle dedi..
-zaten sevdiğimin orucundayım! bundan ala ibadet mi olur kardeşim? ne orucundan bahsediyosun!!
- beni bu havalar mahvetti! (evet beni de)
- ya bu sene ramazan ayı cok ters zamana denk gelmedi mi? 11 ayın sultanı değil de sanki 11 ayın başka bişeyi oldu gibi..
- ağustos'u edip cansever de sevmezdi zaten, benim sevmek ne haddime!
''Başka değil, yokluğu görmek için
Kirli ağustos! gözkapaklarımı da yaktım sonunda.''
- bugun sevdiğim üzgün olduğu için, cok üzgün olsam da, nabarsın uçurtmacı işte,
yine bir yerlerden bulup edip -bak yine edip dedim- 'her şey çok güzel olacak' demeyi beceriyor.

10 Ağustos 2010 Salı

midemdeki karınca yürüyüşleri

kendimi ilginç hissediyorum...
(nasıl bir cümle yahu bu..)
ya hani böyle miden karıncalanır ya
açlıktan değil ama,
vücut ısın artar ya
böyle ilginç ilginç
(yahu şu ilginç ne de ilginç bir kelimedir)
neyse ilginç ilginç..
sapıtmamak lazım,
saptırmamak lazım,
sen akıllı adamsın uçurtmacı,
sakin!!

-ben buraya niye çıktım?
-nasıl çıktım?
değil mi ya...

29 Temmuz 2010 Perşembe

cinsel şiddet!

'ben istediğim zaman eşimle cinsel ilişkiye girebilmeliyim' düşüncesi, bazı konulardan eşler bakımından haklılığı savunulabilecek tezler öne sürdürebilse de, bana göre insan hakları bakımından, bu konu daha derin incelenmelidir...

aslında konuya şuradan başlanmalı,

evlilikle birlikte eşler birbirlerine karşı koca-karı ilişkisi içerisinde sorumluluk altına girerler. eş olmanın getirdiği bu yükümlülükler, yerine getirilmediği takdirde olası bir 'ayrılık' ya da 'boşanma' kararına gerekçe oluşturabilir. çünkü bu yükümlülükler birlikte yaşamanın mümkünatı konusunda birçok bakımdan asıl belirleyicidir. günümüzde eşlerin cinsel yaşamın olmaması ve eşlerden birinin bu konuda eksiklik hissetmesi, ortak hayatı devam ettirmek için bir engel olarak görülmekte ve birçok boşanma kararının gerekçesini oluşturmaktadır. yani bugun siz eşinizle cinsel ilişkiye giremediğiniz için, boşanma davası acabilir ve boşanabilirsiniz. bunun böyle olması da bana göre olması gerekendir. konunun ahlaki ve vicdani sorgulaması kişinin kendi içinde görecelidir.

ilk paragrafta bahsettiğimiz cümleye dönersek,
bu konunun böyle olması, evlenme ve cinsel ilişki arasında nedensellik bağı olduğu anlamına gelmez. yani siz istediğiniz zaman eşinizle cinsel ilişkiye giremezsiniz. bu, hiçbir şekilde eşinize şiddet uygulamanın ya da şiddet yoluyla eşinizle cinsel ilişkide bulunmanın mazereti olamaz!

konu aile hukuku ve ceza hukuku bakımından iki farklı şekilde irdelenmelidir. ben istediğim zaman eşimle cinsel ilişkide bulunabilmeliyim demek, konuya cok dar bir bakış acısı getirir.

malesef günümüzde kadınlarımızın öenmli bir sorunu olan cinsel şiddet, evlilik dışında değil, evlilik içinde de gerçekleşmektedir. toplumun gelenekçi yapısı ve aile kurumuna olan aile yapsını korumaya yönelik korumacı baskısı evlilik içi cinsel şiddete karşı kadınlarımızın gözyummasına neden olmaktadır.

20 Temmuz 2010 Salı

ortaçgil konseri..

ortaçgil konseri öncesi son gelişmeleri öğrenmek için bir hukuk bürosuna bağlanıyoruz:
güneşli bir gün için kaliteli bir başlangıç, muhtemelen bitmesine yakın saatlerde de muhteşem bir bitiş olacak, ama bitmese hiç?
olur mu canım! bitmeyen gün olur mu?
neyse,
diyeceğim şu aslında,
dün öğrendim ki etrafında sevdiğin insanlar olunca aynı anıyı yuzbinlerce kez dinleyip her defasında kahkahalara boğulabiliyosunuz.
tabutta rövaşatayı izlediniz mi?
bence izleyin..
bu blogu okuyorsanız zaten izlemelisiniz,
''ama arkadaşlar iyidir''...

ortaçgile laf etmeden de geçmemeli,
bu akşam, en az ortaçgil kadar önemli bir akşam olacak benim için;
-adam 40 yıldır çalıyor, azizi ilk kez dinliycem,
-bu yüzden mi?
- tabii ki başka sebepler de var..
-anladım, umutla bakmak iyidir.
-nasıl ? :
'-ışığı gördün mü?
- tren lan o tren!!
-?!?!''
o zamansa, ''Ortaçgil'i severmisiniz?''

19 Temmuz 2010 Pazartesi

zincirbozan

bir mide bulantısı üzerine,
işaret parmağımı gezdirsem damağımda,
kaç kadın kusardım etrafa?

zehirlenmiş hayatlarla zehirlenen,
sindirilemeyenleri içinde sindiren bir hayat,
her neyse,
kaç kadın kusardım etrafa?

hani bir zincir,
bir parçası tekine bağlı ya,
o yüzden bir zincir..
ayrı olsa her biri; halka,
her halukarda maharet ipi ortasından geçirmekte,

yine de bir parçası diğerine bağlı ya,
kolye yapmaya benzemiyor meret ki şiir olsun,
zincir bozmaya benziyor,
kendini bozuyor,
kendimi bozuyor,

bir kafesin içine sığmayan bir sürü insan,
kafesin sahibi, daha büyük bir kafeste duramayan bir insan,
her neyse,
kaç insan kusardım etrafa,
bir mide bulantısı ki içimde,
kusturtmuyor...

ruhi bey?

Vaktinden önce anlamanın şaşkınlığı mı
Vaktinde anlamanın sevinci mi
Ya da biraz geç kalmanın
O gereksiz tedirginliği mi
Hangisi

Ama belli ki sonundayız her şeyin
En sonunda.
.Edip Cansever.

fasl-ı ves'ile

nerden bulur insanlar bu saçmalığı allah aşkına, bir şarkıya hapsolur gibi hayat son zamanlarda, kendi kendime eziyet, yazmak bile eziyet, yazmıycam ulan,
velhasıl;
-kenan komutanım kenan komutanım!
-ne var ulan asker!
-komutanım, fatihi öldürdüler!!
- hasss... olamaaaaaz olamazzz, kesssinliklleee olamazzz!!

gibi bir durum.

neyse; bugunden sonra istanbul'u fetheden fatih'tir. anlaşıldı mı ulan! kenan ismini ağzınıza dahi almıycaksınızz.. bu emirdir ulaann!!

12 Mart 2010 Cuma

Acaba..

Dönelim
Döndürsün bizi
Kalbin akıp giden bulutlara benzeyen sesi
Yağmursuz bir yağmura açılmış kapılardan
Ve akılda kalan bir yokuştan
Ve yalnız çocuklara özgü o sonsuz sinema koltuklarından
Ve çocukluktan
Dönelim
Dönelim mi biz
Gençlikten, oralardan
Mutluluğu bir kabuk gibi saran mutsuzluklardan
Dönelim mi acıya
Acıya, büyük acıya
Ve soralım mı acaba
Ey büyük yalnızlık insansan eğer
Bir kaya
Dalgalar yalarken onu
O bakarken kaskatı kalabalıklara
Ah, kalbin bulut bulut akan sesi.

Bütünüyle bir semte benziyor Ruhi Bey
Binlerce, on binlerce kedinin hep birden kımıldadığı
Kedilerden örülmüş bir semte
Ve soğuk bir tuvalde yerini bulamamış renkler gibi
Soğuk ve ayakta tutan çelişkileri
Bir görünümden bir başka görünüme kolayca sıçranan
Her şeyin, ama herşeyin çok dıştan farkedildiği
Eh belki de bir satır fazlalığı ya da bir satır eksikliği
Belki de genç bir şairden ödünç alınan.

Yürüyor mu, yürümeyi mi düşünüyor Ruhi Bey
Düşünmesi daha mı sonra koyuluyor yola
Nereye gidecek ama, nereye varacak sanki
Yoksa bir oyun tadı mı buluyor bunda
Oyundan atılmaktan korkmayan bir oyuncu gibi
Boşvermiş de sanki oyunun kurallarına
Üstelik son bölümde, perdenin kapanmasına
Azıcık vakit kalmış
Ya da vakit var daha. Ama ne çıkar
Gövdenin yazgıya başkaldırması mı
Ruhi Beyin
Başkaldırması mı yoksa

Vaktinden önce anlamanın şaşkınlığı mı
Vaktinde anlamanın sevinci mi
Ya da biraz geç kalmanın
O gereksiz tedirginliği mi
Hangisi

Ama belli ki sonundayız her şeyin
En sonunda.

Edip Cansever

Alüminyum Dükkan

Bir göz atıyorum denize
Çın çın ötüyor balıklar
Bu bir giyilmiş ayakkabıdır diyorum
Bu bir sulanmış peynirdir diyorum
Bu bir haşlanmış patates elinizdeki
Bu insandaki ezgi
Bu insandaki akıl
Bu kanundur kanun
Çileğin çilek oluşu gibi.

İşte bu gerçektir diyorum siz de bilirsiniz gerçeği
Bu çivinin çakılışı
Bu ekmeğin sürülüşü
Bu aşkın, bu ayıbın, bu insanın bilinişi
Bu duymak, bu düşünmek, bu yüksünmek insanda
Bu toplum içinde, bu toplum dışında
Bu sizin durumunuz, bu tabiattaki iş
Bu akılsız çiçek
Bu bilgisiz ağaç
Bu düpedüz ileri görüş
Bu su, bu nehir, bu rüzgar
Bu taş, bu bulut, bu hava
Bu bilinen, bu bilinmeyen
Bu İsa'dan önce, bu İsa'dan sonra.

İşte bu yeninin yenisi insan
Dizilmiş kutu
Bükülmüş teneke
Alüminyum dükkan.

Edip Cansever