28 Mayıs 2011 Cumartesi

Yeni anayasanın felsefesi üzerine

Yeni bir Anayasa’nın yapılacağı konusunda hepimizin hem fikir olduğunu düşünüyorum. Bu yazı da teknik konulardan daha çok, bu yeni anayasanın felsefesi üzerine olacak tabii olarak...

Anayasa felsefesinin günümüzdeki amacı nedir? Zaten birkaç yüzyıldır belli olan amaçları arasında öncelikli olanlarını seçmektir kanaatimce.

19. yy’da monarşinin artıklarını temizlemeye çalışan anayasalar, ulusal devletlerin ortaya çıkmasına büyük katkı sağlamıştı. 20. yy’ın hemen başında ise son artıkların I. Dünya Savaşı ile birlikte tarihe karıştığını savunmak çok yanlış olmaz. Ancak bununla birlikte 1980’li yıllara kadar devam edecek olan başka bir despotluğun, yani diktatörlüğün ortaya çıkmış olması ayrı bir ilginç konudur. Bu diktatörlerin ortaya çıkmasında şüphesiz ki, dönemin anayasaları önemli bir rol oynamışlardır. Kuşkusuz aklımıza Almanya’da iktidara gelen Nazi Partisi geliyor. O dönem Almanyasının, en revaçtaki üç partinin görüşlerini sosyalist, sosyal demokrat ve nasyonal sosyalist diye ayırabiliriz. I. Dünya Savaşı’ndan ağır bir yenilgi almış olan Alman halkının kendisine çok yabancı sosyalist görüşü ya da ezilmiş duygularına hitap etmeyen sosyal demokrat görüşe, o dönemde nasyonal görüşe verdikleri desteği vermemesi mantıksız gelmiyor. Nitekim her seçimde oy oranını yükselterek daha fazla sesini duyurma olanağı yakalayan Hitler’in dönemin çoğunlukçu demokrasisini kullanmadığını kimse söyleyemez.

İşte tam da bu yüzden İkinci Dünya Savaşı sonrasında anayasalar daha çoğulcu sistemler geliştirme eğilimlerinde bulunmuşlar, bununla birlikte İnsan hakları söylemlerini geliştirmişlerdir. Anayasa yargısı denetimi yaygınlaşmıştır.

Burada yapılması gereken çok önemli bir tespit var;

Özellikle 1970’lerden itibaren İnsan Hakları’nın var olabilmesinin en önemli şartı, çoğulcu sistemlerde görülmektedir. Ancak hepimizin bildiği gibi çoğulcu bir demokrasinin varlığı için temel şart, sosyal haklar ve dolayısıyla da ekonomik hakların varlığıdır.

Günümüzde ekonomik istikrarı yıllardır yakalayabilmiş olan ülkelerin halklarının, sosyal haklar yoluyla hak taleplerini gerçekleştirmede çok fazla sorun yaşamadığını görmekteyiz. Oysa ki, daha çoğulcu bir anayasanın ekonomik ve siyasi bir istikrarı getiremeyeceği savunulmaktadır. Bu durum, bu savı doğru çıkartmakta mıdır? Ekonomik istikrar, sosyal hakların tetikleyicisi midir? Yoksa sosyal ve kültürel haklar, uzun vadede ekonomik istikrarın geleceğinin habercisi midir? Bu uzun vadeyi düşünecek olursak, kitleler ne kadar sabırlıdır?

Anayasaların uluslararasılaşması tezinin daha uzun yıllar tartışılacağını öngörürsek, devlet, otorite- insan hakları arasındaki dengeyi, böyle bir kısır döngüyle nasıl başarabilecektir?

Yeni anayasamızdan önce yapmamız gereken, sanıyorum ki doğru hamlelerden önce, doğru soruları sormak olmalıdır.

Ekonomik istikrarı, siyasi istikrar, çoğulcu demokrasi, sosyal ve kültürel hakları da gerektiği gibi uygulayarak nasıl sağlayabiliriz? Bunun için nasıl bir sisteme ihtiyacımız var?

Bugünkü önceliklerimiz neler?

Saygılar...

Mert ELEKÇİ

Mert.elekci@politikadergisi.com