14 Temmuz 2011 Perşembe

Çarşı'dan Manifesto

Bir çağrı: "Fitbolda Temizlik Hareketi"
“Fitbolda” temizlik hareketi!"

Futbol endüstriyelleşmiş olabilir.
Ama biz malul/meta değiliz.
Taraftarız.
Seyirciyiz.
Renklerine sevdalandığımız tutkunlarız.
Hangi Beşiktaşlı başarısızlıktan dolayı takımını terk etmiş?
Hangi Beşiktaşlı yenilgiden sonra takımına küsmüş?
Hangi Beşiktaşlı harama tevessül etmiş?
Yıllardır söyledik. Şimdi bağırmak zamanı.
Şeref’inizle oynayın, Hakkı’nızla kazanın!
Beşiktaş’ı bir değerler manzumesine dönüştüren, “duruşumuzu” borçlu olduğumuz iki abide isme yakışanı yapın.
Biz Beşiktaş taraftarları…
Elle atılan golle hüzünlendik. Hak etmemiştik.
Kendini yere atıp penaltı kazanan oyuncuya öfkelendik. Hak etmemiştik.
Rakibine dirsek vuranı, çelme takanı ıslıkladık. Efendi davranılmamıştı.
Haksız yere ceza gören rakip oyuncuyu savunduk. “Eyyamcı hakem” diye bağırdık.
Böyle olmalıydık.
Gündelik yaşamımızda peşinde koştuğumuz ahlakı, erdemi, dürüstlük ve olgunluğu sahada da görmeliydik.
Bizler Hatice’nin ahvalini de önemseyen, neticenin ille de başarının biricik kriteri olmadığına inananlardık.
Bugün Türk futbolu büyük bir sınavdan geçiyor. Kaybettiğimiz, üzüntüden kahrolduğumuz maçların nasıl parayla satın alındığını, nasıl “ille de başarı” diyenlerin hayatımızın biricik sevdasını istismar ettiğini öğreniyoruz.
Bugün maaşımızdan arttırdığımız bir biletin, umudumuzu bağladığımız bir kuponun, harçlığımızdan biriktirdiğimiz bir deplasman biletinin ardında aslında ne oyunlar oynandığını, ne hile ve düzenbazlıklar olduğunu öğreniyoruz.
Bugün sevdalandığımız renklerin süregelen soruşturmanın sadece mağduru değil, zanlısı da olabileceğini öğreniveriyoruz.
Mahkemenin kararını vereceği son güne kadar bu olayda ismi geçen bütün Beşiktaşlılar bizim için masumdur. Onlara önyargı ile bakmayacağız.
Ancak diğerlerinin yaptığı gibi arkalarından peşi sıra gitmeyi de reddetmeliyiz. Acı ve sancılı da olsa doğrusu budur. Artık “o” Beşiktaşlılar bize bizden olduğunu kanıtlamak zorundadır. Zira bizim yıllardır –perde arkasını bilmeden- yaşadığımız düş kırıklığını Kayseri’de yaşayan “Boz Baykuşlar” ile empati kurmadan gerçeğin peşinde koşamayız.
Şimdi iki takım var. Biri namuslu ve dürüst olanların takımıdır. Diğerinde ise şikeci, düzenbaz ve hile ile çıkar peşinde koşanlar var.
Biz Beşiktaşlılar ilkini temsil ediyoruz. Etmeliyiz.
Onun içindir ki masum olduğuna inandığımız, sonuna kadar inanacağımız “zanlı” Beşiktaşlılarla aramıza mesafe koymalıyız. Masumiyetlerini kanıtlayıncaya kadar ne “büyük” diye bağırırız ne de “yanındayız” diye destek veririz. Artık aidiyet değil hukuk devreye girmiştir. Adaleti simgeleyen o gözü bağlı kadın kadar tarafsız ve objektif düşünürüz.
Zira biliriz ki eğer ki ortada Beşiktaşımızı zan altında bırakacak bir iddia varsa. Biz utanacağız.
Eğer ki puan ya da kupa için anlaşılmışsa o kupaya saygı duymayacağız.
Eğer ki bir kişi bile vaatle Beşiktaş’a karşı yeterince koşmamışsa biz sevinemeyeceğiz.
Kimse “Beşiktaşk” dediğimiz için her şeyi mübah göreceğimizi beklemesin. Biz sevdiğimiz renklerin sevdalısıyız, belalısı olmayacağız.
Diyoruz ki:
Arının…temizlenin…masumiyetinizi sadece yargıya değil, bizlere de kanıtlayın.
Sizi kucaklayalım. Coşkuyla gücünüze güç katalım.
Ama siz de arınıncaya, temizleninceye ve masumiyetinizi kanıtlayıncaya kadar Beşiktaş’la aranıza mesafe koyun. Beşiktaş’a yapılacak en büyük iyilik budur.
Diyoruz ki:
Tarihi bir fırsat elimizdedir.
Adını dürüstlüğü ile bizleri “şerefli ikinciliklerle” onurlandıran efsanevi başkanımızın diliyle adlandıralım. “Fitbol”da temizlik hareketini biz Beşiktaşlılar başlatalım. Formalarımıza, atkılarımıza bir siyah kurdela bağlayalım. Bilelim ki o kurdela sahibi olan bizler “Fitbol”da Temizlik Hareketi”nin erleriyiz.
Manifestomuzu birlikte yazalım.

Ey diğer renklere gönül verenler…
Bu yazıdaki bütün Beşiktaş sözcüklerinin yerine kendi takımınızı, siyah beyaz yerine kendi renklerinizi yazın…
Var mısınız?

çArşı

1 Temmuz 2011 Cuma

yemin ve boykot sürecine bir bakış

Gündem karışık! Gerek yasa koyucu olsun, gerekse zamanın asli kurucu iktidarı olsun, bugün olanların olabilme ihtimallerini hesaplayamadığı için, sistemde mayınlar patlamakta. Kim ne derse desin, özellikle milletvekili seçilme yeterliliği ile ilgili konularda, seçim sistemimiz mayınlarla dolu. Burada kamuoyunun konuya bakış açısı da ikiye ayrılıyor. Bir kesim bunu bir meşruiyet sorunu olarak görmekte, diğer kesim ise bunun bir sistem sorunu olduğuna vurgu yapmakta...

Ben yaptığım girişten de anlayabileceğiniz gibi bunun bir sistem sorunu olduğunu düşünüyorum. İlgili kanunlar aralarında çelişmekle beraber, kendi başlarına çok açık değil ve yorum ön planda kalıyor. Ysk var olan yetkileriyle bu işe el atabilir durumda değil. Hatip Dicle kararı için önceden denetim kanun koyucu tarafından öngörülmemiş.

Hatip Dicle kararındaki durum hayli ilginç. Milletvekili seçim kanuna göre Ysk, il seçim kurulunun uyarısı ya da adayların açıklanmasından sonraki iki gün içerisinde yapılacak bir itiraza göre adayların adaylığını iptal edebilir. Zaten bu fasla gelinceye kadar, il seçim kurulu re'sen adayın milletvekili seçilme yeterliliği olup olmadığını denetlemekte. Bu durumda Hatip Dicle'nin adaylığı nasıl kabul edilmiş olabilir?

Haberlerde verilmeyen bilgiyi size aktarmakta yarar görüyorum. Adaylar belirlenirken, Hatip Dicle'nin ilgili ceza mahkemesindeki dosyasının kararı çıkmış ancak temyizdeydi. Dosya Yargıtay'da olduğu için, Adaylığı açıklandığı sırada Dicle, Terör örgütünü propaganda suçundan hükümlü değil, henüz tutukluydu. Aradaki bu nüans farkı Hatip Dicle'nin adaylığının yolunu açtı. Neticede Yargıtay kararı bozabilir, mahkeme tutukluluğa son verebilirdi. İşte, adayların açıklanması ve seçimlerin yapılması arasındaki dönemde Yargıtay'daki dosya dönünce, artık ilgili suçtan 'hükümlü' olan Dicle yapılan 'itiraz' üzerine seçilmiş olmasına rağmen milletvekili mazbatasını alamadı. BDP cephesinin sorunu bir 'meşruiyet' sorunu olarak göstermeye çalışması, olayları tırmandırdı. KCK tutuklularından olup da seçilen milletvekillerinin tahliye edilmemesiyle birlikte boykot kararı alındı.

Peki YSK Dicle'nin mahkumiyetinin kesinleşmesinden sonra Dicle'nin adaylığını iptal edebilir miydi? Bununla ilgili olarak YSK'nın bir itiraza göre hayata geçirebileceği uygulama yok gibi gözükse de, Milletvekili Seçim Kanunu'nun 42. maddesi çok açık olmasa da YSK'ya bu konuda bir takdir yetkisi tanıyor olmalı.


MADDE 42 - Bu Kanunda özel hüküm bulunmayan hallerde, 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır.

Yüksek Seçim Kurulu, milletvekili seçimlerinin sağlık ve düzenli bir şekilde gerçekleşmesini sağlamak amacıyla gerekli ilke kararları almaya yetkilidir.

Burada açık bir ihmalden mi söz ediyoruz? Bir KASIT olmasını bekleyemeyiz. Yine de aşılabilecek bir krizi engelleyememiş olan bir YSK'dan bahsettiğimizi düşünüyorum. Burada yapılması gereken, Hatip Dicle'nin dosyası yargıtay'dan döner dönmez adaylığın iptal edilmesi olmalıydı.
Elbette ki bu şekilde yapılacak bir çözümün, Hatip Dicle bağımsız aday olduğu için, BDP açısından olumsuz karşılanacağı aşikar. Çünkü, Bağımsız aday olan Dicle'nin adaylığının iptal edilmesi durumunda, BDP'nin yerine yeni aday sürmesi mümkün olamazdı. Çünkü adaylık başvurusu için süre dolmuştu. İşte bu sorundan çıkarılacak bir çözüm yoksa bile, Hatip Dicle'nin milletvekili olmaktan başka bir kasıtla aday olmuş olabileceği sorusu gündeme gelmeli ve tartışılmalı. Bir temyizin sonucu dönmeden elbette ki kimseye 'suçlu' muamelesi yapamayız. Yine de temyiz başvurusunun reddine karar verildikten sonra, bir kimse hükümlüyken onun milletvekili seçilmesi kanunlara aykırıysa, bunun saygıyla karsılanması gerekirdi ve Hatip Dicle adaylıktan kendi isteğiyle çekilmeliydi. Dokunulmazlık adaylıkla kazanılmaz, milletvekili seçilmekle kazanılır. Aday olamayacak birinin, milletvekili seçilmesine imkan olmadığına göre, burada bir dokunulmazlık oyunu oynanmaya çalışılmasında hukuk mekanizmasından başka bir mekanizma aranmalıdır diye düşünüyorum.

Öte yandan, Balbay, Haberal, Alan ve diğer KCK tutuklularının durumu farklı... Yukarıda 'tutuklu' sıfatının 'hükümlü' sıfatından farklı olduğunu dile getirdim. Burada seçilen milletvekilleri 'kuvvetli suç şüphesi' taşıdıkları için, tahliye edilmiyorlar. Oysa ki milletvekili mazbataları elinde mevcut. Yani dokunulmazlıklarını kazanmışlar. Sorulması gereken soru şu: Suçlular mı? cevap: hayır yalnızca kuvvetli suç şüphesi var. Kuvvetliden kasıt burada %99 olsa dahi, geriye kalan diğer %1'den dolayı kimseye suçlu muamelesi yapılamaz. Burada ilgili adayların adaylıkları kabul edilmiş, bir engel görülmemiş. Suçlu değiller, kesinleşen bir hükümleri de yok. Dolayısıyla burada bir 'hukuk katli' var.

CHP ve BDP meclisi boykot etme kararı aldılar. BDP'nin konuya bakış açılarına katılamamamla birlikte, boykot kararını haklı bulmaktayım. Ancak bunu gerekçelendirme aşaması ve halka lanse ediliş şeklinde temel hatalar goruyorum. Burada sorunun kişiler veya siyasi partiler olmadığı açık. iyi bir erkler ayrılığı 'insiyatifler' arası dengeyle kurulur. Bu şu demektir; hukukun genel ilkelerine uygun davranmak senin insiyatifinde değil, yasaların yönlendirmesiyle olur. Bu krizde de söylemler yine her zamanki gibi kişilerin üzerinde yoğunlaşmamalı. Sorunun köküne inilmeye çalışılmalıdır. Boykot kararını neden desteklediğime gelince, artık 'insiyatifler' den geçilmeyen siyasal sistemimizde, bu kadar yuksek cogunluğa sahip olan bir siyasi partinin, mahkemelerin bu derece hukuku delici kararlarında, çözüme yönelik olarak ne kadar samimi davranacağını düşünebiliriz?

Saygılarımla...
Mert Elekçi
mert.elekci@politikadergisi.com